20 Nisan 2013 Cumartesi

İnsan Vücudu Sıcaktır

yuksek topuklu buzlarin leydisi
Şubat, Bükreş, -17 derece. Böylesine olumsuz koşullarda Romanya'ya gittim. İlk bir kaç gün otelde kaldıktan sonra işlerin uzaması beni daha ekonomik ve rahat bir yer aramaya itti; inanın bir otelde üç dört günden fazla kalmak kadar sıkıcı bir şey yok.

En az üç hafta daha kalacağımı hesaplayarak eşyalı bir daire tuttum kendime. Evim biraz küçük olmasına rağmen (1 oda bir salon) gayet konforluydu. 24 saat sıcak suyu, kliması!, ütüsü, çamaşır ve kahve makinası, mikrodalga fırını, kısacası herşeyi vardı, ve sonraları çok seveceğim Piata Universitate, yani Üniversite Meydanı'ndaydı. Komisyoncu apar topar daireyi gösterdi, ben de ufak plastik anahtarlığı cebime atıp bana ödenen parayı haketme derdine düştüm ve hemen dışarı çıktım.

Günboyu süren görüşmelerin ardından eski bir arkadaşımla buluşup yemek yedik ve geç saatlere kadar memleketi kurtardık (rakı içtik demek istiyorum). Daha da soğumuş bir havada, geceyarısını biraz geçe taksiden indim, tam meydanda. Dairenin yerini kestirmeye çalıştım.

Bilmediğiniz bir şehir karanlıkta daha da değişir. O kara tül hayal meyal anımsadığınız tek tük ayrıntının üzerine çöker, onları gizler ve o pis oyununu oynar. Şakanın ne kadar tatsız olduğunu meydana bağlanan bütün caddelerde iki tur atıp, dairenizi hala bulamadığınızda anlarsınız. Soğuk yüzünüze kahkahalarla güler, kar sizinle dalga geçer.

Saat ikiye geldiğinde evi bulma ümidini hemen hemen yitirmiştim. Ben de Moa'ya gitmeye karar verdim, yakındaki kumarhanenin müdürüydü ve kumarhaneleri bulmak karanlıkta bile kolaydır. Moa biraz Çinlilere benzerdi. Zaten adı bu yüzden Moa idi. 12 Eylül günlerinden kalma bir şey işte. Çocuğa Mao diyemedik; komünist falan zannedilebilirdik netekim. Casino'nun olduğu caddeye saptım.

O'nu eczanenin hemen yanında dikilmiş beklerken farkettim. Beyaz paltosu, sarı, arkada topuz yaptığı saçları, fildişi teniyle İskandinav mitolojisinden fırlamış gibiydi. Çabucak, adeta buz paneti yaparcasına bana doğru süzülüp koluma girdi, vücudunu benimkine yasladı. Buzlarım yavaşça erirken, beraberce konuşmadan yürüdük. Anlaşılan o da üşümüştü. Bir süre sonra yüz ifademden (sanırım çaresizlik ve lanet okuma arası bir şeydi) bir şeylerin ters gittiğini anladı. Sorunca derdimi anlattım: bir daire tutmuştum ve adresi bilmiyordum. Gülmemek için tuttu kendini ve bir kaç saniye daha vücut ısılarımızı paylaştıktan sonra tekrar eczaneye doğru geri yürüdü.

Tütüncüden sigara aldıktan sonra 50 metre ileride kumarhanenin ışıklarını gördüm. Kapıdaki adama Moa'nın orada olup olmadığını sordum. Olumlu yanıt alınca, içeri girmeden önce tüttürmeye karar verdim. Çakmakla beraber cebimden lanet olası plastik anahtarlık da çıktı. Bir yüzünde şu kendiliğinden yapışan etiketlerden vardı ve üzerinde 22 yazıyordu. Öteki yüzünde de: bulamadığım apartmanın adı. Homurdanarak kapıcıdan tarif aldım, Moa'ya selam söyleyerek apartmanın olduğu sokağa doğru yürümeye ya da koşturmaya başladım. Lanet soğuk.

Neredeyse yarı yolda, sol omzumda tünemiş olan melek, -sağ omzumdakinden ses mes yoktu  zira onun kıçına yılar önce tekmeyi basmıştım, muhtemelen havanın da etkisiyle anlamsız sesler çıkarmaya başlamıştı. Anlamsız dediğime bakmayın, ne dediğini gayet iyi anlıyordum ve onunla girdiğim sayısız tartışmadan bugüne dek pek az galip çıkmıştım. Çaresiz geri döndüm.

Manitu'nun geniş çayırlarında kuzu kuzu otlayan bizonlar adına! Halâ oradaydı; eczanenin kırmızı mor ışıklarının altında. Ona sallayarak anahtarı gösterince yüzüne sıcacık bir gülümseme yayıldı. İçten, kaygısız, hiçbir şeyi umursamadan, ta yüreğinizden gülebilmek ne güzeldi. Tekrar koluma girdi ve bana yaslanırken burnunda muzipçe bir çizgi belirdi. Ve soğuk etkisini yavaşça yitirdi çünkü insan vücudu sıcaktır.

2 yorum:

  1. Henry Miller kadar şanslı mıydım? Olanlar açısından değil, elbette. Peki ya hissedilenler? [Clichy'de Sessiz Günler, sf 77]

    YanıtlaSil